Ülkemizin yaşadığı en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçen 1939 Erzincan depreminden sonra yaraları sarmak için harekete geçen İş Bankası ve Darüşşafaka’nın yolu bu vesileyle kesişti. Deprem felaketine uğrayan ailelerden Darüşşafaka’nın öğrenci kabul koşullarına uygun 83 çocuk, İş Bankası’nın desteğiyle okula kabul edildi. Bu iş birliği neticesinde İş Bankası, “Erzincan Yetimleri”nin tüm masraflarını üstlendi ve onlara yeni bir geleceğin kapılarını açtı.
Röportaj: Evrim Çataloğlu
Hikâye 77 yıl önce başlıyor; 26 Aralık’ı 27 Aralık’a bağlayan kış gecesi meydana gelen 1939 Erzincan Depremi, Tokat’a kadar tüm komşu illerde etkili oluyor. Yıkım, yangın… Tahmini ölü sayısının 40 bin olduğu söyleniyor. İstanbul Kandilli Rasathanesi kayıtlarına göre Deprem, 27 Aralık saat 01:57:24’te başlıyor. “1939 (Ekim, Kasım, Aralık) Meteoroloji, Sismoloji ve Mıknatıs Rasatları” adlı yayında, “Erzincan afeti. Kâğıtların haricine çıktığından ölçülememiştir” bilgisi yer alıyor. Felaket o kadar büyük…*
Felaketin yaralarını sarmak için tüm Türkiye seferber oluyor. Elbette ki Atatürk’ün kurduğu İş Bankası ile 1863’ten beri babası hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz çocuklara yeni bir hayat armağan eden Darüşşafaka da Erzincan’ın yardımına koşuyor. El ele veren iki kurum, kimi depremde babasını, kimiyse hem babası hem de annesini yitirmiş 83 çocuğu yıkıntılar içinden alıyor. Darüşşafaka, onlara kapılarını açıyor, İş Bankası da onların tüm giderlerini üstleniyor. Böylelikle 83 “Erzincan Yetimi”, İş Bankası’nın desteğiyle Darüşşafaka’da okumaya başlıyor.
İşte onlardan biri de emekli diplomat Cemal Dalkılıç...1940-1943 yılları arasında Darüşşafaka'da okuyan Dalkılıç, İzmir'de yaşıyor. İki kız evladı var. Küçük kızı Ayşe Sezgin de onun gibi diplomat...
Büyük kızıyla birlikte yaşayan Dalkılıç, "Darüşşafaka’nın rüzgârını getirdiniz" diye bizleri karşılıyor ve sohbetimize İsmet İnönü'ye dair bir anısıyla başlıyor: "Okumaya çok meraklıydım. 1938’de Erzincan’a ilk kez tren geldi. Bu vesileyle İsmet İnönü de gelmişti. Bandolar çalınıyor, biz de talebe olarak sırada bekliyoruz. Sıradan çıkıp, İnönü’nün karşısına fırladım. Bando durdu, millet şaşırdı. İnönü’nün etrafındaki polisler silahlarına sarıldı: "Paşam, burada lise yok, ben okumak istiyorum" dedim. İnönü talimat verdi etrafındakiler, ismimi aldılar. Böyle büyük okuma isteğim vardı."
1923 doğumlu Cemal Dalkılıç'la Erzincan depreminin 77. yılında bir araya geldik, bir felaketin ardından yaralarının nasıl iyileştiğini konuştuk.
Kaç yılında Darüşşafaka’ya girdiniz?
1939’da Erzincan'da deprem felaketi olmuştu. Erzincan Ortaokulu son sınıf öğrencisiydim. Felaket, olduğunda da uyanıktım, çünkü ertesi gün fizik imtihanı vardı, ders çalışıyordum. Çok büyük bir felaketti. Ben kurtuldum, lakin pederi kaybettik. Felaketten hemen sonra bizi Mersin’e götürdüler. Bir ay orada okula gittik. Sonra İş Bankası'ndan iki görevli geldi, bizleri aldı, Darüşşafaka’ya getirdi. Darüşşafaka’da ortaokul son sınıfa başladım. Benimle gelen diğer çocuklar da değişik sınıflara yerleştirildi.
Öğrencilerin isimlerini nasıl tespit edildiğine dair bir bilginiz var mı?
Hayır. Ancak Mersin’de bizi imtihan ettiler ve ufak çapta da olsa bir kısmımızı elediler. İmtihanı verenler, Darüşşafaka’ya geldi.
Peki, Erzincan’dan gelenler olarak kendi aranızda birlik oldu mu?
Yok. Erzincan Depremi'nden Turhal da çok etkilenmişti, bu nedenle Turhal’dan da çocuklar Darüşşafaka'ya gelmişti. Hepimiz Darüşşafakalı kardeşlerimizle kaynaştık. Darüşşafakalı olduk.
"Ben, üniversiteye gittim, doktora yaptım ama eğitimimin büyük kısmını Darüşşafaka’da aldım"
Darüşşafaka'da nasıl bir eğitim aldınız?
Darüşşafaka’da çok iyi bir eğitim aldım. Öğretmenlerimizin çoğu üniversitelerden gelen ağabeylerimizdi, bizimle çok ilgilenirlerdi. Allah rahmet eylesin, çok değerli bir de müdürümüz vardı: Hasan Fehmi... Onunla olan bir hatırımı anlatmadan geçemeyeceğim: Cumartesi günleri izne çıkardık, ben de o zamanlar 16-17 yaşlarında daha hayatı öğrenmemiş bir gençtim. Bizim zamanımızın en iyi sigarası Sipahi idi, ben de bir paket almıştım. Darüşşafaka'daki üniformalarımız resmiydi. Yakasında okul numaramız yazardı. Tam üstümüze otururdu. Sigara paketini üniformanın iç cebine koymuştum, akşam yemekhanede Hasan Fehmi Hocamız, beni gördü: "Oğlum yemekten sonra büroma gel" dedi. Bürosuna gittim, hiç konuşmadı, sadece "Üniforman, ne kadar güzel" dedi. Dışarı çıkar çıkmaz, sigarayı çöpe attım. Hiçbir şey söylemeden, hareketleriyle bana öyle bir ders verdi ki, hâlâ aklımdadır. Oysa Erzincan'da hocalarımız, Darüşşafaka'daki gibi değildi. Hiç unutmam, Erzincan’da ortaokul birinci sınıftayken, bir çocuk arka sıralarda, hocayı dinlemiyordu. Hoca, çocuğa doğru öyle bir yumruk atmış ki... Bir ona bir de Hasan Fehmi Bey'e bakın... Ben, üniversiteye gittim, doktora yaptım ama eğitimimin büyük kısmını Darüşafaka’da aldım.
Anılarınızda hangi öğretmenlerin yeri var?
Çok değerli hocalarımız vardı. Ben, Hüseyin Siret’e yetiştim. Yetmiş beş yaşlarındaydı fakat büyük bir dehaydı. Bize, çok güzel şiirler öğretirdi. Almış sene evvel ki şiirlerden hâlâ aklımda kalanlar vardır. Fransızca hocamız Mazhar Bey'i hatırlıyorum, bir de Tâhir'ül Mevlevî vardı, tasavvuf edebiyatına gelirdi. Muhterem bir zattı.. Ne güzel günlerdi.
Darüşşafaka'daki lakabı:"Dur ki diyem"
Darüşşafaka'da öğrencilerin genelde bir de lakabı olurmuş. Sizin var mıydı?
Evet... Şöyle ki bir gün tarih hocası, beni kaldırdı. Sorular sordu. Ancak ben anlatırken o da sürekli araya giriyordu. Tabii lisanım o zamanlar, Erzincan lisanı. Dedim ki, "Hocam, dur ki diyem". Hoca da bütün sınıf da gülmeye başladı. Sonra benim adım "Dur ki diyem" kaldı.
Bir öğrenci olarak Darüşşafaka’da gününüz nasıl geçerdi?
Bir idare amiri hocamız vardı; Rıfkı Bey. Bütün talebelerin yatmasını kalkmasını o kontrol ederdi. Yatakhanemiz büyüktü. Sabah saat altı gibi kalkardık. Genciz, uykuluyuz. O gelir uyanamayanları kaldırırdı. Kahvaltıdan evvel 45 dakika kendi kendimize çalışırdık. Saat 08.00-08:30 arasında ders başlar, bire kadar devam ederdi. Altı ders alırdık. Ondan sonra öğle yemeğini yerdik. Büyük teneffüs dediğimiz aşağı yukarı bir saatlik teneffüs olurdu. Ardından mütalaaya giderdik. Küçük teneffüse kadar mütalaada kalırdık. Akşam yemeğimizi yerdikten sonra tekrar sınıflara ders çalışmaya giderdik. Mütalaa bittikten sonra yatakhaneye çıkardık.
Üst alt sınıflar arasında denge nasıldı?
Okulun bir kanadı ortaokul, bir kanadı liseydi. Ortaokul öğrencileri asla lise tarafına geçmezdi. Saygımız vardı. Onlara daima "ağabey" derdik.
Annesini görmesi için bilet parası İş Bankası'ndan...
Yaz tatilinde Erzincan’a mı gidiyordunuz?
Annemin imkânı yoktu, ben de İş Bankası'na yazdım: "Bana 20 lira -O zaman Erzincan'a 3. sınıf gidiş-dönüş tren bileti 20 lira idi- gönderin de Erzincan’a gideyim" diye... Banka göndermiş, Darüşşafaka Müdürü de 20 lirayı bana teslim etmişti, o parayla bir yaz tatilinde annemi görebildim. Darüşşafaka'dan mezun olduktan sonra altı ay İş Bankası'nın Eminönü Şubesi'nde çalıştım. Zaten Erzincan depremzedelerinin %80'i İş Bankası'na girdi ve çok muvaffak oldular. Hatta bizim sınıftan bir arkadaşımız, Erzincan İş Bankası Müdürü oldu. Darüşşafaka'dan sonra pek okumadılar fakat bankaya girdiler. Hatta Cahit Yücel isimli arkadaşımız İş Bankası’nda Genel Müdür Yardımcılığı’na kadar yükseldi.
Darüşşafaka'dan sonra ne yaptınız?
İstanbul Üniversitesi'ne girdim. Yüksek Ticaret'te Konsolosluk Bölümü'nde okudum amacım hariciyeye girmekti. Üniversiteyi bitirdikten sonra Toprak Mahsulleri Ofisi'ne (TMO) başvurdum, Erzurum’da personel şefliği bürosuna atandım. Ardından TMO personel şefi olarak bir sene çalıştım. Sonra kız enstitüsü müdiresi olan kız kardeşimin desteğiyle doktora için Paris’e gittim, dört sene orada kaldım.
Ne üzerine doktora yaptınız?
Genel ekonomi...
Daha sonra hangi görevlerde bulundunuz?
Hesap uzmanlığına yoğunlaştım, fakat beni tatmin etmedi. Dış ticarete geçmek istedim. Dış ticaret imtihanına girdim, kazandım. 1956’da oraya girdim. 1958'de Varşova’ya tayinim çıktı. Şu an büyükelçi olan kızım Ayşe, o zamanlar daha üç yaşındaydı. Ticaret müşaviri olarak iki sene orada kaldık. Ardından Çekoslovakya’ya tayin oldum. Varşova ve Prag'dan sonra Cezayir’e gittik, iki sene de orada kaldık. Cezayir’den sonra merkeze geldim. Kuveyt’te gittik. O zamanki büyükelçilik Beyrut’taydı. Kuveyt’teki sefareti ben açtım.
"Halk, Darüşşafaka’ya karşı büyük sempati beslerdi, severdi"
Üniversite mezuniyetinizden sonra Darüşşafaka ile iletişiminiz devam etti mi?
Bizim hayatımız dışarıda geçtiği için çalışma hayatım süresince fazla irtibatım olmadı. Fakat emekli olduktan sonra Darüşşafaka’ya ilgim arttı. Darüşşafaka Cemiyeti'ne giderdim. Darüşşafaka’da çok güzel günlerimiz oldu. Cumartesileri, bizi kırlara götürürlerdi sınıf halinde. Marşımızı söylerdik; "Darüşşafaka bize bir kucak, pek sevimlidir muhterem ocak, ilim gayesi elinde sancak, bizi severse o sever ancak." Halk, Darüşşafaka’ya karşı büyük sempati beslerdi, severdi. Bir yere gidip gelirken tebessümle izlerdi. Çok güzel günlerimiz oldu Darüşşafaka'da...
Arkadaşlarınızdan unutamadıklarınız var mı peki?
Turhal’dan gelen ve daha sonra Ulaştırma Bakanı Müsteşarı olan Ali Turaçlı'yla çok yakındık. O da depremzedeydi. İstanbul Üniversite'ne giderken birlikte Halk Partisi Talebe Yurdu'nda kalıyorduk. O zaman yemeğe, içmeğe, yatmaya 40 lira veriyorduk fakat o parayı dahi bulamıyorduk. Ali'yle birlikte müdüre gittik, yurt parasını ödeyemediğimizi söyledik. Bizi, Halk Partisi Genel Memduh Şevket Esendal'a yönlendirdi. Gittik. Nur içinde yatsın, büyük insanlardandı: "Evladım nedir derdiniz?" dedi. "Efendim, biz Erzincan felaketi talebesiyiz, şimdi üniversitede okuyoruz. Halk Partisi Talebe Yurdu'nda kalıyoruz. Kalan arkadaşlarımızın çoğu burslu. Biz ise 40 lira para veriyoruz ama onu verecek imkanımız yok" dedik. Masadan bir kâğıt aldı, isimlerimizi yazdı kâğıda. "Hadi oğlum, artık siz de burslusunuz" dedi.
Darüşşafaka'da okurken hafta sonları dışarı çıkar mıydınız?
Dışarıda benim tanıdığım kimse olmadığı için çok çıkmazdım. Yalnız bir hatıramı anlatayım: Bir cumartesi günü Kapalıçarşı'nın içine girerken bir genç kadın gelip, bana sarıldı, iki yanağımdan öptü. Ben şaşırdım. Elimden tutup, pastaneye soktu, bana pasta ısmarladı. Sonra bana dedi ki; "Beni sen kurtardın." Erzincan felaketi olduğu zaman evimiz iki katlıydı, biz alt katta oturuyorduk, üst katta ise iki öğretmen kalırdı. Felaket olduğu zaman ben ders çalışıyordum, annem bizi aldı kapıya götürdü. Kapıya tutunduk öyle kurtulduk. Bizim iki kiracımız toprağa gömülmüşlerdi. Ellerimle toprağı eşip, onları çıkarmıştım.
1940 tarihli Darüşşafaka Faaliyet Raporu
O yıllar büyük ses getiren bu iş birliğine ilişkin Türk Okutma Kurumu’nun (Darüşşafaka Cemiyeti) 1940 tarihli Faaliyet Raporu’nda şu bilgiler veriliyor: “Erzincan felaketzedelerinden mektebimiz talebe kabulü şartlarına uygun olmak üzere 83 çocuk, beher çocuk için 300 lira hesabile, masarifi seneviye tutarı olan 24.900 liranın İş Bankası tarafından Kurumunuza tediyesi taahhüdü mukabilinde Darüşşafaka’ya yerleştirilmiştir. İdare heyetiniz bunu böyle yapmakla felaket karşısında memleket çocuklarına her müessesenin yapmak mecburiyetinde kaldığı yardımlardan kendisine düşeni yapmıştır ve bunun için de mektepte yeniden ilk sınıflarda şubeler açılmıştır. Çok hayırlı ve değerli milli müesseselerimizden olan İş Bankası’nın himayesini üzerine aldığı çocukları okutmak ve yetiştirmek için mektepler ve müesseseler arasında Darüşşafaka’yı tercih etmiş olması mektebimizin, onu idare eden heyetinizin hükümet ve milli müesseseler nezdindeki mevkini göstermek itibarıyla kayıt ve iftihara değer bir hadise sayılabilir. Yine bu münasebetle Darüşşafaka’nın orta kısmında geçen sene içinde birer suretle açılmış bulunan on talebe yerine yine aynı felakete uğrayanlardan altı çocuğu Milli Komite Riyaseti delaleti ile Kurum hesabına olarak mektebe alınmış olduğunu arz eyleriz.”
* Kaynak: Beşir Özmen (DŞ'74) 2008 Yılı Darüşşafaka Cemiyeti Faaliyet Raporu
Tüm Haberlere Göz Atın