Zübeyde Hanım

Zübeyde Hanım

Minnetle Anıyoruz
(1857-14 Ocak 1923)

Zübeyde Hanım’dan Darüşşafaka’ya kalan miras

Ulu Önder Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım, 28 Kasım 1921 tarihinde yaptığı 20 bin kuruşluk bağışla Darüşşafakalı öğrencilerin eğitimine destek oldu.

Kurtuluş Savaşı günlerinde bağış yapmak için Darüşşafaka’yı tercih eden Zübeyde Hanım, bağış için düzenlenen “ilmühaber”de “Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Anadolu Kuvayi Milliye Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin annesi” olarak tanımlanmaktadır.

Bu tarihte Darüşşafaka Müdürü olan Ali Kami (Akyüz) (1871-1945) ve ağabeyleri İsmail Safa (1867-1901) ve Ahmet Vefa (1869-1901) Darüşşafaka mezunudur. Darüşşafaka’nın efsanevi Müdürlerinden Ali Kami Akyüz 1919-1939 yılları arasında bu görevi yürüttükten sonra 1939 yılında milletvekili seçilmiştir; 1943 yılında yeniden seçilmiş ve 1945 yılında vefat ederek Ankara’da toprağa verilmiştir.

"Zübeyde Hanım'ın bağışıyla ilgili düzenlenen ilmühaberin birinci sayfası" Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi
"Zübeyde Hanım'ın bağışıyla ilgili düzenlenen ilmühaberin birinci sayfası" Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi
"Zübeyde Hanım'ın bağışıyla ilgili düzenlenen ilmühaberin birinci sayfası" Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi
"Zübeyde Hanım'ın bağışıyla ilgili düzenlenen ilmühaberin ikinci sayfası" Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi

Zübeyde Hanım’ın 28 Kasım 1921 tarihli ve 20 bin kuruşluk bağışına ilişkin “ilmühaber” Darüşşafaka Cemiyeti Müzesi’nin en değerli varlıkları arasında bulunuyor.

Zübeyde Hanım'ın bağışının gereklerini özenle yerine getiren Darüşşafaka Cemiyeti, her yıl Kadir Gecesi'ne denk gelen gün, Ulu Önderimiz Aziz Atatürk ve silah arkadaşları ile Darüşşafaka’nın Kurucuları Maliye Nazırı Yusuf Ziya Paşa, Sadrazam Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Vidinli Tevfik Paşa, Sadrazam Sakızlı Es’ad Paşa ve Ali Naki Efendi, kuruluşunu madden ve manen destekleyen ve onaylayan Sultan Abdülaziz Han ve Zübeyde Hanım başta olmak üzere aramızdan ayrılan bağışçılarının, Darüşşafaka'ya hizmeti geçenlerin ve bütün şehitlerimizin aziz ruhları için İstanbul Erenköy Galippaşa Camii’nde, Ankara Maltepe Camii’nde ve İzmir Alsancak Hocazade Camii’nde Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerif okutuyor ve indirilen Hatm-i Şerif’in duası yapılıyor.

Okul koridorlarında bulunan sepetler Darüşşafakalı öğrencilere diledikleri zaman meyve yeme olanağı sunuyor.
Okul koridorlarında bulunan sepetler Darüşşafakalı öğrencilere diledikleri zaman meyve yeme olanağı sunuyor.

Bugün Darüşşafaka’da öğrencilere diledikleri zaman mevsim meyveleri yiyebilme imkanı sunma geleneği de Zübeyde Hanım’ın değerli bir mirası. Okul koridorlarında bulunan sepetler Darüşşafakalı öğrencilere diledikleri zaman meyve yeme olanağı sunuyor.

Zübeyde Hanım’ın bağışıyla ilgili ilmühaberin Latin harflerine aktarılmış haline ulaşmak için buraya; günümüz Türkçesine aktarılmış haline ulaşmak için ise buraya tıklayınız. İki metin de, Darüşşafaka Lisesi Eski Edebiyat Öğretmeni Yrd. Doç. Dr. Mustafa Özkat tarafından hazırlanmıştır.

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık

Minnetle Anıyoruz
(18 Kasım 1906 - 11 Mayıs 1954)

Sait Faik ve Darüşşafaka

Ömrünün son günlerinde çeşitli edebiyat matinelerine katılan Sait Faik Abasıyanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın teşvikiyle  1954’te Darüşşafaka Lisesi'nde düzenlenen bir edebiyat matinesine katılır ve ortamdan çok etkilenir. Matineden sonra o  zaman İstanbul’un Fatih semtinde bulunan Darüşşafaka’yı gezen Sait Faik, orada okuyan çocuklarla ilgilenir ve onları  çok takdir eder. Eve döndüğünde annesi Makbule Abasıyanık’a mal varlıklarını, babası hayatta olmayan çocuklara çok  güzel olanaklar sağladığını düşündüğü Darüşşafaka'ya bağışlamayı teklif eder.

Makbule Hanım, yazarın ölümünden sonra, 8 Kasım 1954'te hazırladığı vasiyetinde mal varlıklarının çoğunu, yazarın  eserlerinin telif haklarını ve Sait Faik Abasıyanık Müzesi yapılması koşuluyla Burgazada’daki köşkü Darüşşafaka  Cemiyeti’ne bırakır. Darüşşafaka Cemiyeti, kendisine 1964 yılında intikal eden bu vasiyete titizlikle sahip çıkarak, Sait  Faik Abasıyanık Müzesi adıyla 22 Ağustos 1959’da halka açılan müze evin bakım, onarım gibi sorumluluklarını üstlenir.  Vasiyetinde, oğlunun adına her yıl bir hikâye armağanı verilmesini şartına da koşmuş olan Makbule Hanım’ın bu isteği  de 1964’ten bu yana Darüşşafaka Cemiyeti tarafından yerine getirilmektedir.

Sait Faik Abasıyanık Müzesi

Yazar Sait Faik Abasıyanık'ın yaşamına tanıklık etmiş eşyaları, fotoğrafları, mektupları, kartpostalları, eserlerine konu olan sayısız hatırasının izlerini taşıyan nice eşya ve belgeyi ziyaretçileriyle buluşturan Sait Faik Abasıyanık Müzesi, ilk olarak 22 Ağustos 1959 tarihinde açıldı.

1964 yılından itibaren Darüşşafaka Cemiyeti'nin sorumluluğunda yoluna devam eden Müze, açıldığı günden bu yana ülkemizin en fazla ziyaret edilen müze evlerinden biri oldu.

Darüşşafaka Cemiyeti tarafından 2010 yılında güçlendirme, restorasyon ve konservasyon çalışmaları nedeniyle ziyarete kapatılan Müze, 11 Mayıs 2013 tarihinde yenilenmiş yüzü ve çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden konuklarını ağırlamaya başladı.

Okurlarını, Sait Faik'in yazınsal ve ruhsal dünyasında büyüleyici bir yolculuğa çıkaran müze ev, yazarın vasiyeti doğrultusunda ücretsiz olarak ziyaret ediliyor. Sait Faik'i sevenleri ve onun dünyasını keşfetmek isteyenleri, Sait Faik Abasıyanık Müzesi'ne bekliyoruz.

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Süreyya Paşa

Süreyya Paşa

Minnetle Anıyoruz
(1874 - 6 Şubat 1955)

1863'ten bu yana süren  varlığını hayırseverlerin bağışlarına borçlu olan Darüşşafaka’nın bağışçıları arasında yer alan Süreyya İlmen, nam-ı diğer Süreyya Paşa, yaptığı hizmetler ve işlediği hayırlarla ismini geleceğe miras bırakan bir şahsiyet…  Binlerce hastanın derdine derman olan Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul’un kültür durakları arasındaki  Süreyya Operası;  yıllarca İstanbulluların denize girme noktası olan Süreyya Plajı ve daha pek çok yapıtı kente kazandıran İlmen, hayırsever bir kent hizmetleri önderiydi.

Havacılık teşkilatının kurulmasında görev aldı

Sayısız kültürel, soysal, eğitim ve spor amaçlı girişime öncülük eden Süreyya Paşa,  on yedi yıl, II. Abdülhamit’in seraskerliğini yani bir nevi genelkurmay başkanlığını yapan Rıza Paşa ile Adviye Hanım’ın oğlu olarak 1874’te Yugoslavya’daki Patgoriçe’de doğdu.  Şükrü ve Ziya adında iki kardeşi daha olan Süreyya Paşa, ilkokuldan sonra Kuleli Askeri Lisesi, Harbiye ve Erkan-ı Harp Okullarında devam etti.  Balkan Savaşı’na tümgeneral rütbesiyle katıldı. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın talimatıyla havacılık teşkilatının kurulmasını sağladı. Mahmut Şevket Paşa ve Süreyya Paşa’nın girişimleriyle Osmanlı da dünyada ilk uçuş denemesi yapılmasından sekiz sene sonra, 1909’da, diğer büyük devletlerle ise aynı zamanlarda havacılık üzerine eğilmeye başladı.

Türkiye’nin ilk sanayicilerinden 

Birinci Dünya Savaşı’nda ordudan ayrılarak iş hayatına atılan İlmen, Türkiye’nin devlet yardımı almadan kurulan ilk özel fabrikasını 14 Şubat 1914’te Balat’ta faaliyete geçirdi ve ilk sanayicilerden biri olarak uzun yıllar ekonomiye katkı sağladı. Süreyya Paşa Mensucat Fabrikası adıyla başlayan ve Adalet Mensucat Fabrikası adıyla devam eden fabrika ne yazık ki günümüze ulaşamadı.

Darüşşafaka’ya bırakılan miras: Süreyya Operası…

Süreyya Paşa, vefatından önce mal varlığının büyük kısmını çeşitli kurumlara bağışladı. Bunlar arasında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihi boyunca babası hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz çocuklara en iyi koşullarda eğitim şansı tanıyan Darüşşafaka Cemiyeti de vardı. İlmen,  1927’de görkemli bir galayla açılışı yapılan Türkiye’nin ilk çağdaş tiyatro ve sinema binasını, yani Süreyya Operası’nı Darüşşafaka’ya miras bıraktı. Uzun yıllar sinema olarak hizmet veren bina, Kadıköy Belediyesi tarafından aslına sadık kalınarak restore edildi ve 2007’de kapılarını sanatseverlere açtı.  Restorasyon çalışmalarından sonra, opera ve bale temsillerine kavuşan bina, Anadolu yakasının tek, Türkiye'nin altıncı operası olarak hizmet vermeye başladı. İstanbul’un en önemli kültür sanat durakları arasındaki yerini alan Süreyya Operası’nın doğuş hikâyesi ise bir hayli ilginç… İşgal döneminde Kadıköy’deki bir okul yararına kiliseye bağlı Apollon Tiyatrosu’nda gece düzenlemek isteyen Süreyya Paşa, kilisenin çok para istemesi üzerine kendi deyimiyle onuru yaralanır ve Kadıköy’e modern bir sinema ve tiyatro binası yapmaya karar verir.  Ardından da Almanya ve Fransa’daki tiyatroları örnek alarak Türkiye’nin ilk çağdaş tiyatro binası, Süreyya Opereti’nin inşasını başlatır. İki yılda tamamlanan bina, 7 Mart 1927 de görkemli bir galayla açılır. Çeşitli operetlerin sunulduğu sinemanın girişinde tiyatro oyuncusu Gülriz Sururi’nin annesi Suzan Lütfullah’ın bir büstü bulunuyor. Zamanın primadonnalarından Suzan Lütfullah, birçok operette hep başroller oynamış. Bunların en meşhuru ise kuşkusuz Muhlis Sebahattin Bey’in bestelediği Ayşe Opereti’dir. Haftanın belirli günlerinde salonları temsiller için kullanılan Süreyya Operası, 1930 yıllarda sesli filmlerin gösterilmesi için gerekli teknik değişiklikler yapılarak Türkiye’yi ilk kez sesli sinemayla tanıştırdı. 1936’da yazlık kısmı açılan sinemanın işletmeciliğini Süreyya İlmen yaptı. 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Necla Koperler

Necla Koperler

Minnetle Anıyoruz
(1922-2018)

“Keşke, Darüşşafaka gibi kurumların sayısı çok daha fazla olsa”

Lozan Antlaşması’nın mimarlarından ve Atatürk'ün en güvendiği hariciyecilerden Tevfik Kamil Koperler’in iki kızı, Necla Koperler ile iki yıl önce aramızdan ayrılan Prof. Dr. Leyla Zileli, Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçıları arasında yer alıyor.

Röportaj: Demet Eyi -Darüşşafaka dergisi (Ekim 2010)

Yaklaşık bir buçuk asırdır eğitimle değişen yaşam öyküleri yazan Darüşşafaka’ya vasiyet bağışında bulunan isimlere her geçen gün yenileri ekleniyor. Necla Koperler de bu isimlerden… 1922’de İstanbul’da başlayıp, sefir babanın peşinden Avrupa’ya ardından ABD’ye uzanan bir yaşam onunki… Lozan Antlaşması’nın mimarlarından ve Atatürk'ün en güvendiği hariciyecilerden Tevfik Kamil Koperler’in iki kızından büyüğü Necla Hanım… Tevfik Kamil Bey, cumhuriyet tarihinde pek çok önemli görev üstlenmiş bir isim. Öyle ki, Lozan Konferansı’nda genel sekreter ve danışman, İstanbul Milletvekili, Anadolu Ajansı’nın kurucusu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Sofya (1931-1934), Madrid (1934-1939) ve Belgrad Büyükelçisi (1934-1939) ve iki kızının da okuması için elinden geleni yapmış bir baba… 

Tevfik Kamil Bey’in diğer kızı ise iki yıl önce vefat eden Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nün kurucusu, Türkiye’nin ABD diplomalı ilk psikiyatrı Prof. Dr. Leyla Zileli… Türkiye’de sayısız psikiyatrı yetiştiren Leyla Hanım, vefatından önce annesi Hayriye Hanım’ın hep saygıyla bahsettiği Darüşşafaka’ya vasiyet bağışında bulunuyor. Çok sevdiği kız kardeşinin ardından Necla Hanım da aynı kararı veriyor ve geçtiğimiz sene Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçısı oluyor. Darüşşafaka bağışçısı olma nedenlerini öğrenmek için Ankara’daki evinde bir araya geldiğimiz Necla Hanım’ı dinlediğimizde cumhuriyet ile başlayan, genç cumhuriyetin var olma mücadelesine birebir tanıklık eden, ona yürekten inanan, seven ve hayatlarını ülkelerine duydukları sevgiye göre yönlendiren iki kız kardeşin hikâyesiyle karşılaştık aslında…

Bir cumhuriyet elçisinin kızları

Necla Koperler'in çocukluğu
Necla Koperler'in çocukluğu...

Necla Hanım, İstanbul Beşiktaş’ta büyükannesinin evinde dünyaya geliyor, bir yıl sonra da ailesi Ankara’ya taşınıyor. O sırada Tevfik Kamil Bey, Lozan’da görevli. Baba ile kızın ilk karşılaşması ise Ankara’da oluyor ve Necla Hanım o günü, “Büyükannemin evinde hep kadınlar varmış, hiç erkek yüzü görmemişim. Bu nedenle babam beni kucağına almak istediğinde feryat etmişim” diye anlatıyor. Tevfik Kamil Bey, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra nüfus mübadele komisyonunda görev alıyor, ardından da genç cumhuriyetin art arda Sofya, Madrid ve Belgrad büyükelçiliklerini üstleniyor. Necla Hanım o yılları ise şöyle anlatıyor: “Babam büyükelçi olarak Sofya’ya atanınca biz de onunla birlikte gittik. Babam, benim de, kız kardeşim Leyla’nın da eğitimine çok önem verirdi. İstanbul’da bir İngiliz okuluna başlamıştık, fakat Sofya’da İngiliz mektebi yoktu. Bu nedenle Fransız mektebine gittik. Zaten evde Fransız mürebbiyemiz vardı, Leyla’nın da benim de Fransızcayı Türkçeden evvel öğrendiğini söyleyebilirim. Sofya’dan sonra babam Madrid, ardından da Belgrad büyükelçilisi oldu. Tabii, biz de onunla birlikteydik. Ancak Belgrad’da da Fransız mektebi yoktu, bu nedenle eğitimimize evde devam ettik. Türkiye’ye gelince ikimiz de Notre Dame de Sion’a gittik ve oradan mezun olduk. Ardından da Leyla tıbbiyeye, ben de hukuk fakültesine girdim.”  

ABD’de geçen yirmi yılın ardından yine Türkiye…

Necla Koperler (2010)

Necla Hanım, hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra Türk-Amerikan Yardım Heyeti’nde çalışmaya başlıyor ve 1957’de ABD’ye gidiyor. Orada çeşitli eğitim programlarına katılıyor, önce üniversite öğrencilerine, ardından suçlu çocuklara danışmanlık yapıyor. Annesinin rahatsızlanması üzerine 1978’de Türkiye’ye dönen Necla Hanım, “Babamı Amerika’dayken kaybetmiştim. Annem de hastalanınca geldim. İş yerim iki sene izin vermişti. İki sene sonunda tekrar gittim ama artık buraya alışmıştım, annemin rahatsızlığı devam ediyordu, onu bırakamazdım. Geliş o geliş oldu, bir daha ABD’ye dönmedim” diyor.

Türkiye’ninilk Amerikan diplomalı psikiyatrı: Leyla Zileli

Necla Koperler ve Leyla Koperler Zileli'nin çocukluğu
Necla Koperler ve Leyla Koperler Zileli'nin
çocukluğu...

Leyla Hanım ise 1950’da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oluyor, 1953’te fakülteden sınıf arkadaşı ve şu an Başkent Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı Başkanı olan P

rof. Dr. Turgut Zileli ile evleniyor. 1955’te aynı fakülteden psikiyatri uzmanlığını alıyor. İhsan Şükrü Aksel’in en güvendiği asistanlarından biri olmasına rağmen mezuniyetinden sonra kendisine kurumda tutulmayacağı söylenince ABD’ye gidiyor ve psikanaliz eğitimi görüyor. 1957’de Kansas City Psychiatric Receiving Center'a asistan olarak giren Leyla Hanım, 1959’da New York Postgraduate Center'da resmi psikanaliz eğitim programına başlıyor ve 1962’de psikanalist diplomasını alıyor. Wolberg'ün öğrencisi olarak oldukça parlak geçirdiği öğrencilik yıllarından sonra kendisine eğitici olarak kurumda kalması teklif ediliyor ama o, Türkiye'ye dönmeyi tercih ediyor. Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul, Şişli'de muayenehane açan Leyla Hanım, o sıralar Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kurma çalışmaları yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı tarafından Hacettepe’ye davet ediliyor. 1965’te psikiyatri doçenti olan Leyla Hanım, 1970’te profesör unvanını alıyor.

“Türkiye’ye çok psikiyatr yetiştirdi”

Necla Hanım, “Biz çok yakın, birbirine çok bağlı kardeşlerdik” diye tanımlıyor kendisinden üç yaş küçük kardeşiyle ilişkilerini ve şöyle konuşuyor: “Leyla, Türkiye’nin Amerikan diplomalı ilk psikiyatrıdır. Hocaları, ABD’de kalması için çok ısrar etti ama o ülkesinde çalışmayı seçti. Döndükten sonra İstanbul’da bir yandan Amerikan Hastanesi’nin psikiyatri bölümünde çalışmaya başladı, diğer yandan da kendi muayenehanesini açtı. O sırada İhsan Doğramacı, Leyla’yı Ankara’ya gelmesi konusunda ikna etti. Leyla, sınıf arkadaşı ve yakın dostu Prof. Dr. Orhan Öztürk ile beraber Hacettepe Üniversitesi Psikiyatri Bölümü’nü kurdu ve emekli oluncaya kadar orada çalıştı. Emekli olduktan sonra Başkent Üniversitesi’nden teklif geldi ve çalışmalarını orada sürdürdü. Kardeşimin tıp alanındaki başarılarıyla hep iftihar ederim. Türkiye’ye çok psikiyatr yetiştirdi. Avrupa’da eğitim verme ve hasta görme hakkı vardı. Türkiye’de başka kimsede yoktu. Bütün amacı bildiklerini gençlere öğretmekti. Hatta son günlerine kadar -hatta çok hasta olduğu dönemde bile- tekerlekli sandalyede evde asistanlarına seminer verirdi, vefat edinceye kadar da bu derslerine devam etti. Öğrencileri de Leyla’yı çok severdi. Öyle ki hastalığı ilerlemiş, yoğun bakımda yatıyordu. Ziyaretine gittiğimde bir de ne göreyim, hasta yatağının tepesini uçan balonlarla, odadaki sandalyenin üstünü ise sevdiği peluş hayvancıklarla donatmış öğrencileri…”

“Atatürk atla gelir, Leyla’yı alır ve atıyla gezdirirmiş”

Lozan Antlaşması’nın mimarlarından ve Atatürk'ün en güvendiği hariciyecilerden Tevfik Kamil Koperler
Lozan Antlaşması’nın mimarlarından ve
Atatürk'ün en güvendiği hariciyecilerden
Tevfik Kamil Koperler

Leyla Hanım’la ilgili bir anısını bizimle paylaşmasını istediğimizde onunla ilgili ilk anısını anlatmayı tercih ediyor Necla Hanım: “Leyla doğduğunda büyükannemin evindeydik. Bana, ‘kardeşin oldu’ dendi. Gittim, beşikte bir bebek yatıyor. Yanında da koca bir paket çikolata duruyor. Ben de çikolata delisiydim. ‘Bak, bebek sana çikolata getirdi’ dediler. Çikolatayı alacağıma ‘Benim etten bebeğim’ diyerek Leyla’yı aldığım gibi fırlamışım odadan. Zavallı teyzelerim zor almışlar elimden Leyla’yı…” Ardından bir başka çocukluk anısını paylaşıyor: “Leyla, çok şirin bir çocuktu. Atatürk de Leyla’yı çok severmiş. O zamanlar Cinnah Caddesi yoktu. Atatürk atla gelir, Leyla’yı alır ve atıyla gezdirirmiş. Beni ise Latife Hanım çok severdi. Neredeyse haftada bir gün annemle birlikte Çankaya Köşkü’ne giderdik.”

Neden Darüşşafaka?

24 Haziran 2008’de vefat eden ve Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçılarından biri olan Prof. Dr. Leyla Zileli’nin Darüşşafaka ile yolunun nasıl kesiştiğinin öyküsünü yine Necla Hanım’dan dinliyoruz: “Annemizin Darüşşafaka’ya bağışta bulunmamız yönünde bir vasiyeti vardı. Rahatsızlığını öğrenince avukatımız Yüksel Karaburçak’ın vasıtasıyla bu vasiyeti yerine getirdi. Leyla’nın bağış kararından sonra Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Bey ziyaretimize geldi, Leyla ile tanıştı. Böylelikle Darüşşafaka’yı daha yakından tanıma imkânı buldum ve ben de bağışta bulunmaya karar verdim. Zaten Darüşşafaka’nın yetiştirdiği çok değerli isimler var, onları biliyorduk. Türkiye’de nasıl talebe yetiştirdiğinin örnekleri mevcut.” 
Darüşşafaka’nın eğitim adına çok güzel işler başardığını belirten Necla Hanım, “Keşke, Darüşşafaka gibi kurumların sayısı çok daha fazla olsa… Bu gibi kurumlar, Türkiye’nin çığır açmasını sağlayabilir” diye konuşuyor. 

Darüşşafaka Cemiyeti’nin değerli vasiyet bağışçısı, iyiliksever insan Necla Koperler, 13 Kasım 2018 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Aziz hatırasını saygı ve minnetle anıyoruz.

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Melek Gençoğlu

Melek Gençoğlu

“Bir çocuğun gülümsemesi hayatta her şeye bedeldir”

Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu, Fatmagül’ün Suçu Ne, Kuzey Güney, Medcezir gibi son yılların çok sevilen dizilerinin senaristi Melek Gençoğlu, aynı zamanda bir Darüşşafaka bağışçısı… Gençoğlu, “Yapacağım yardımın gittiği yerden emin olduğum, kurum olarak güvendiğim için Darüşşafaka’yı seçtim” diyor.

Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu, Fatmagül’ün Suçu Ne, Kuzey Güney, Medcezir gibi son yılların çok sevilen ve izlenen dizilerinin senaristi Melek Gençoğlu, Darüşşafaka’yı gönülden destekleyen ve çocukları çok seven bir iyilik “meleği”… Darüşşafaka Velilerini Arıyor programı kapsamında Darüşşafaka’da okuyan bir öğrencinin bir yıllık eğitim giderlerini karşılayarak “Veli Bağışçısı” olan Gençoğlu, her fırsatta desteklerini sürdürüyor. Aynı zamanda Darüşşafaka’nın televizyon dünyasındaki gönüllü elçisi olan Gençoğlu, senaryosunu yazdığı dizilerde Darüşşafaka’nın tanıtımına yer veriyor. Darüşşafaka Giriş Sınavı’nın duyurusunu yapan Gençoğlu sayesinde Darüşşafaka’nın giriş koşullarını taşıyan birçok öğrenciye ve eğitimde fırsat eşitliği misyonuna inanan pek çok insana ulaşıldı. Günümüzde televizyonun gücü düşünüldüğünde bu anlamlı desteği onu bir öğrencinin değil, tüm Darüşşafakalı öğrencilerin velisi yapıyor. Zaten kendisi de “Sanki Darüşşafaka’daki 945 çocuğu gerçekten benimmiş gibi hissediyorum. Bir çocuğun gülümsemesi hayatta her şeye bedeldir” diyor. 

“Darüşşafaka’dan çok eminim”


Darüşşafaka’yı küçüklüğünden beri bildiğini söyleyen Gençoğlu, maalesef ki hiç tanışma şansını yakalayamadığı amcasının bir Darüşşafakalı olduğu bilgisini paylaşıyor. Gençoğlu, “Yapacağım yardımın gittiği yerden emin olduğum, kurum olarak güvendiğim için Darüşşafaka’yı seçtim” diyor ve ekliyor: “Ben, elimden geldiği kadar çocuklarımın en iyi imkânlarda okumasını istedim ve hiçbir şeylerini eksik etmedim. Oysa o imkânlardan mahrum bir sürü çocuk var ülkemizde… İşte Darüşşafaka, o çocuklara bu imkânları sağlıyor. Beni en çok etkileyen ne olmuştu biliyor musunuz? Mardin’in Bilge Köyü’ndeki düğün katliamında babasız kalan kız çocuklarına Darüşşafaka’nın sahip çıktığını bir gazete haberinde okudum ve ondan sonra Darüşşafaka’ya düzenli bağış yapmaya başladım” diyor. Çocukları mutlu etmenin kendisini de mutlu ettiğini belirten ve Darüşşafaka’yı hiç yalnız bırakmayan Gençoğlu, “Bir şeyler yapmak lazım, keşke herkes yapsa. Elimden geldiği kadar her türlü yardıma hazırım” diye duygularını dile getiriyor.

“Darüşşafaka’daki 945 çocuğu benimmiş gibi hissediyorum”

“Ben Darüşşafaka’ya canı gönülden bağlıyım. Sanki Darüşşafaka’daki 945 çocuk gerçekten benimmiş gibi hissediyorum, çünkü hepsi bu vatanın çocukları… Bir çocuğun gülümsemesi hayatta her şeye bedeldir” diyor ve onları gülümsetiyor. “İyi eğitim alsınlar. Vatanlarına, değerlerine bağlı olsunlar. Büyük oğlum ABD’ye ilk gittiği sene Cumhuriyet Bayramı’nda Hürriyet New York Gazetesi’nde bir haber çıktı: ‘Aytuğ Gençoğlu, 29 Ekim’de Amerikalılara Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i anlattı’ diye… Arkasında koskoca bir Türk bayrağı, öbür tarafında kocaman bir Atatürk fotoğrafı ve oğlum kürsüde... İşte o an benim için çok önemliydi, ‘Emekler boşa gitmedi’ dedim. İçim çok rahat, ben öğrettim çocuklarıma… Sizler de öğreteceksiniz mutlaka, biliyorum ve bizim 945 çocuğumuz da onu biliyor, çok iyi biliyorum. O iç rahatlığı içindeyim” diyerek sözlerini noktalıyor.

 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Eser Teker

Eser Teker

Bir Darüşşafaka Bağışçısı: Eser Teker

Yaşamları eğitimle değiştiren Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçıları arasında yer alan Eser Teker, toplumsal sorunlara karşı duyarlı, bu sorunların çözümü için elini taşın altına koyan bir isim… 26 yıl önce Darüşşafaka’ya vasiyet bağışında bulunan Teker,  Çanakkale Savaşı’na katılan ardından genç Cumhuriyet’in yapılandırılmasında görev üstlenen Burhanettin Teker’in üç çocuğunun en küçüğü… 

Gözlerini dünyaya 1933 yılında Ankara’da açan Eser Hanım’ın çocukluğu ve ilk gençliği babasının görevi nedeniyle ilden ile dolaşarak geçer. Öyle ki ilkokulu Erzurum’da başlayıp Gaziantep’te; ortaokulu Çanakkale’de başlayıp, Tekirdağ’da bitirir. Lise çağına geldiğinde ise Burhanettin Bey,  kendisi il il vazife peşinde gitse de okumasını çok istediği kızını Çamlıca Kız Lisesi’ne yatılı verir. 

Ağrı (1935-1939), Mersin (1939-1941), Erzurum (1940-1941), Gaziantep (1941-1945), Çanakkale (1945-1946), Tekirdağ (1946-1949) ve Kocaeli’nde (1950-1951) valilik yapan Burhanettin Bey, Saint Joseph Lisesi’nden mezun bir Mülkiyeli. Gaziantep’te adını taşıyan ilk stadyumu yaptıran Burhanettin Bey, hayatın bir cilvesi olsa gerek, 1915’te savaştığı Çanakkale’ye otuz yıl sonra vali olur. 

Hayatını hayır işlerine adayan ve ihtiyaç sahibi herkesin yardımına koşan Eser Teker, babasının isteği doğrultusunda liseden sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne giriyor. Mezun olduktan sonra İş Bankası’nda çalışma hayatına adım atıyor ve oradan emekli oluyor.

Babasını 1956 yılında kaybettiğini söyleyen Teker, "Babamı kaybedince annemle birlikte yaşamaya başladık. İsmi Bedia idi. Asker kızıydı, İstanbul Kız Lisesi’nden mezun olmuş, yeni alfabe çıkınca onları öğrenmiş ve bir süre de öğretmenlik yapmış. Ancak ömrünün son döneminde ciddi hastalıkları vardı ve ben 23 sene anneme baktım. Her zaman toplumsal sorunların çözümünde görev almak istemiştim ama annemle ilgilendiğim için çok fazla vakit ayıramıyordum. Onu kaybettikten sonra 1981 yılında Lions Kulüp’e girdim ve pek çok yardım çalışmasında yer aldım" diye anlatıyor.

Babasıyla çok özel bir ilişkisinin olduğunu kaydeden Teker, şöyle konuşuyor: "Her şeyi konuşurduk. Babam 1893 doğumlu. Saint Joseph Lisesi’nden mezundu, çok güzel Fransızca bilirdi. Sonrasında Mülkiye’ye gitmiş. Hatta Mülkiye diplomasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne hediye ettim. Padişah tuğralı, kocaman bir diplomaydı. Çanakkale Harbi’ne yazıcı onbaşısı olarak iştirak etmiş ve paşanın tercümanlığını yaparmış. Tarih, 18 Mart 1951 idi. Ben, Çamlıca Kız Lisesi’nde okuyordum, babam da İzmit’te valiydi. 18 Mart Çanakkale Şehitleri’ni Anma Törenleri’ne katılmak için ağabeyimle birlikte İzmit’e gittik. Cumhuriyet döneminin ünlü şairlerinden Behçet Kemal Çağlar, babamdan hatıralarını anlatmasını istedi. Babam o zaman Çanakkale Harbi'ndeki bir anısını anlattı. Dinleyiciler arasında bir köylü çıktı. 'Ben de sizinle aynı yerde askerdim' dedi. Babam hemen ayağı kalktı, gidip sarıldı köylüye... Orada bulunan herkes ağlamıştı. Bunun üzerine Behçet Kemal Bey, çok güzel bir yazı yazmıştı. Hâlâ saklarım onu… Babama ilişkin bir diğer anım da babam Antep’te vali iken Başbakan Recep Peker ile Behçet Kemal Çağlar, evimize gelmişti. Ben o yıllar bale dersi alıyordum. Recep Peker, beni izlemiş ve çok beğenmiş. Babama bale tahsili yapmamı önerince; babam, 'Önce meslek sahibi olur, sonra dans eder' demişti."

1985 yılında Darüşşafaka Cemiyeti'ne vasiyet bağışında bulunan Eser Teker, "Darüşşafaka'nın babası veya annesi hayatta olmayan çocuklara kaliteli eğitim şansı tanıdığını biliyordum. Yıl 1985 idi. O zamanlar Cemiyet’in merkezi Şişli’deydi. Kuzenimle birlikte gittik ve vasiyet bağışında bulundum. Bayramlarda ziyaret ediyorlar, kandillerde arıyorlar. Bunlar beni çok mutlu ediyor" diyor.

 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Mübeccel Çadırcıoğlu

Mübeccel Çadırcıoğlu

“Neyim var neyim yok hepsi Darüşşafaka’ya helal olsun”

Darüşşafaka’ya bağış yapmanın bir yolu da vasiyet bağışında bulunmak. Kişinin vefatı durumda geçerlilik kazanan bir bağış türü olan vasiyet bağışında; vasiyetçi yaşadığı sürece mallarını dilediği şekilde değerlendirebiliyor, satabiliyor veya vasiyetinden vazgeçebiliyor. Hayırsever Mübeccel Çadırcıoğlu da bu isimlerden... Şenesenevler Rezidans’ta dairesi olan Çadırcıoğlu, istediği zaman orada kalsa da evinde yaşamayı sürdürüyor. 

Rumeli’den İzmir’e göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1937’de dünyaya gelen Mübeccel Hanım adını, 1930 yılında Türkiye güzeli seçilen Mübeccel Namık’tan alıyor. Babasını üç yaşındayken yitiren Mübeccel Hanım, “O nedenle Darüşşafaka’nın yetim çocuklara verdiği hizmet benim için ayrı bir anlam taşıyor” diyor. İlk ve ortaöğrenimini İzmir’de tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne devam eden Mübeccel Hanım, “Fakat o alanda hiç çalışmadım. Eşim inşaat yüksek mühendisi idi. 1960’lı yıllarda birlikte Ereğli Demir-Çelik Fabrikası’nda çalıştık. Ardından da İstanbul’a yerleştik” diye özetliyor yaşam öyküsünü…

“İhtiyarlayınca ne yapacağım?” 

Mübeccel Hanım, Darüşşafaka’yla yolunun uzun yıllar yönetim kurulunda bulunduğu Darülaceze Vakfı için huzurevlerine yönelik incelemeler yaparken kesiştiğini anlatıyor: “1990’lı yıllardan 2000’li yılların başına kadar Darülaceze Vakfı’nın yönetim kurulundaydım. Vakıf olarak bir huzurevi yapmaya karar verdik. Ardından da ben, Türkiye’deki mevcut huzurevlerini etüt etmekle görevlendirildim. Darüşşafaka ile o zaman tanıştım. Yakacık Rezidans, yeni hizmete açılmıştı, etüt için oraya gittim, çok beğendim. Benim çocuğum yok. Bir şarkı vardır bilir misiniz? ‘Titrerim mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikbalime…’ Ben de hep yaşlanınca ne olacağım korkusu içindeydim. ‘İhtiyarlayınca ne yapacağım?’ diye düşünürdüm. Çünkü çok paranız olsa bile o parayı kullanacak insanınız yoksa para işe yaramıyor. İşte Darüşşafaka Yakacık Rezidans’ı gördüğümde bu korkum sona erdi. Harika bir yerdi, orada rahat rahat yaşayabilirdim. Darüşşafaka’nın babası veya annesi vefat etmiş, az gelirli çocukların hayatında eğitimle yaptığı değişimi de biliyordum. Eşimle beraber düşündük ve her şeyimizi Darüşşafaka’ya bırakmaya karar verdik. Böylelikle hem yaşlandığımızda ne olacağımız korkusundan kurtulduk hem de çocuklarımıza, dolayısıyla da memleketimize bir hayrımız olsun istedik.”

“En zor zamanda Darüşşafaka yanımdaydı”

Eşiyle birlikte Yakacık Rezidans'ın bağışçısı olan Çadırcıoğlu, eşinin ani vefatıyla büyük bir sarsıntı yaşıyor: “Bodrum’da arkadaşlarımızla birlikte yemekteyken, eşim aniden rahatsızlandı. Doktorlar, yapılacak hiçbir şeyin olmadığını söyledi. Yine de İstanbul’a getirmek istedim. Fakat nasıl getireceğimi bilmiyorum. Aklıma Darüşşafaka geldi, aradım. Hemen helikopter ayarladılar. Çok ihtimamla hazırlanmış bir organizasyonun içine geldik. Fakat ömrü vefa etmedi. Darüşşafaka’nın o zor zamanda verdiği bu desteği asla unutamam.”

“Benim için çok büyük bir güvence”

Eşini yitirdikten sonra Yakacık Rezidans’ta kalmak istemeyince Şenesenevler Rezidans’a geçen Mübeccel Hanım, evinde yaşamaya devam ediyor: “Fakat Şenesenevler, benim için çok büyük bir güvence… Örneğin; birkaç gün önce rahatsızlandım. Hemen Darüşşafaka’ya gittim, bütün sağlık taramamın yapılmasını sağladılar ve ben hiçbir şeyle uğraşmadım. En küçük sorunumda onlara gidiyorum ve mükemmel hizmet alıyorum. İleride temelli yaşamayı düşünüyorum. Şu an tüm ihtiyaçlarımı kendim karşılayabiliyorum fakat daha ileriki yaşları da düşünmek zorundayız.”

“Türkiye’de daha iyisi yok”

Darülaceze Vakfı’ndaki görevi nedeniyle pek çok huzurevini inceleme fırsatı bulan Mübeccel Hanım, Darüşşafaka’dan daha iyi hizmet verenini görmediğini vurguluyor: “Darüşşafaka’ya bir kere bağış yapıyorsunuz ve bu yaptığınız bağış karşılığında bir daha ne su ne elektrik ne ısınma için para ödüyorsunuz. Çamaşırınız yıkanıyor, ütüleniyor, yemeğiniz önünüze geliyor ki yemeklerinden şahsen çok memnunum. Düşünün her öğün diyet tatlı çıkıyor, evimde bile yemiyorum. Zaten orada kaldığım zaman kilo alıp geliyorum. Sağlık konusunda ömür boyu güvence altına alınıyorsunuz. Kısacası; dört dörtlük bir yer, Türkiye’de daha iyisi yok.” 

Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nı da gezen ve çok etkilenen Mübeccel Hanım, “Mükemmel çocuk yetiştiriyorlar. Her çocukla birebir ilgili bir okul. Sanki orada her çocuk tek kişilik eğitim alıyor. Örneğin; çocuk hangi enstrümana ilgi duyuyorsa onun dersini alıyor, lisan öğreniyor, belli hobiler kazanıyor. Öğrencilerin bir vals gösterisini izledim, hüngür hüngür ağladım ve dedim ki; ‘Çok rahat öleceğim, çünkü çok güzel bir şey yaptım, dünyaya boşu boşuna gelmiş olacaktım. Hiç değilse çalışıp kazandıklarım iyi bir yerde, iyi bir şekilde kullanılacak.’ Orada okuyan çocukları her gördüğümde helal olsun diyorum, neyim var neyim yok hepsi Darüşşafaka’ya helal olsun” diyor.

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Nevin Arkan

Nevin Arkan

“Yeryüzünde bundan daha büyük iyilik olabilir mi?”

Kökleri Osmanlı Sarayı’na uzanan bir aileden gelen hayırsever Nevin Arkan da Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçıları arasında yer alıyor. Arkan’ın büyük dedesi Yahya Efendi, II. Mahmut’un hocası, dedesi Ziyaeddin Efendi ise şeyhülislamlık görevinde bulunmuş bir isim. 200 yıl önce büyük dedesi tarafından yaptırılan Yahya Efendi Köşkü’nde yaşamaya devam eden Arkan, “Ailem ismimi Cumhuriyet’ten sonra doğduğum için Nevin, yani yeni koymuş” diye söze başlıyor.

1930’da İstanbul'da doğan Nevin Arkan, “Babam, onun babası, onun babası hep İstanbulludur. Büyük dedemiz Yahya Efendi, Sultan Mahmut’un (II. Mahmut) hocası, yani onu yetiştiren kişi... Yahya Efendi’nin oğlu Ziyaeddin Efendi ise şeyhülislam. Onun oğlu Amir Bey ise babam olur. Annem de babaannem de saraya mensup. Hatta babaannem saraydaki hanımlara müzik hocalığı yaparmış, çok güzel piyano çalardı. Yahya Efendi’nin Cağaloğlu’nda bahçe içinde büyük bir evi varmış. Kışları orada, yazları ise Kandilli’deki yalıda geçirirlermiş. Tabii o vakit vapur falan yok. Sandalla gidip geliyorlar. Ancak bir yangında yalı yanıyor. Bunun üzerine Yahya Efendi, yaklaşık 200 yıl önce şu an yaşadığım köşkü yaptırıyor. Ben, bu köşkte doğdum. İlk ve ortaokulu Kandilli’de okudum. Liseyi ise Taksim’de Yeni Kolej vardı, orada bitirdim. Ardından da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim. Resme meraklıydım. Akademide Şefik Bursalı, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi hocalardan ders aldım. 1950’de akademiden mezun oldum ve aynı yıl da evlendim” diye hayat öyküsünü özetliyor.

Merhum eşi Senai Bey’in de saraya mensup bir aileden geldiğini kaydeden Nevin Hanım, "Eşim Edebiyat fakültesini bitirmişti ama bu alanda hiç çalışmadı. İki kızımız oldu. Büyük kızım Sainte Pulchérie Fransız Lisesi’ni bitirdi, küçük kızım Serra ise akademiyi bitirerek, benim gibi ressam oldu" bilgisini veriyor.

Beykoz Ortaokulu’nda resim öğretmeni olarak dört yıl görev yapan Nevin Hanım, çocukları doğunca öğretmenliği bırakıyor. Bununla birlikte resim yapmaya devam ediyor ve birçok resim sergisine katılıyor. Eşini kaybettikten sonra da resim çalışmalarına ağırlık vererek, Mesut Eren Atölyesi’ne giriyor. Özellikle yağlı boya çalışan Nevin Hanım, tabiatla ilgili resimler yapıyor.

Darüşşafaka'ya vasiyet bağışında bulunmasının gerekçesini eski bir anısıyla açıklayan Arkan, "Bana babalık yapan, çok sevdiğim bir amcam vardı: Veysi Konuralp… Kardeş çocukları olurduk ama kendisine ‘amca’ derdik. Ben, babamı beş yaşında yitirdim. Bu nedenle Veysi Amca, bize bir nevi babalık yaptı. 1943’te vefat etti. Onun cenaze merasimine Darüşşafakalı öğrenciler gelmişti, çünkü Veysi Amca, vefatından önce Valide Sultan’da büyükçe bir arsayı Darüşşafaka’ya bağışlamış. İşte ilk kez o zaman Darüşşafaka’dan haberdar oldum. O küçücük çocukların cenazede gösterdikleri saygıyı, içten davranışları, üzerinden yıllar geçmesine rağmen hiç unutamadım. Bazı akrabalarımız o arsada hak iddia ederek mahkemeye başvurdu. Hatta bana da dava açmayı tavsiye edenler oldu ama ben, hep ‘O çocuklara helali hoş olsun’ dedim. İşte o günden beri de Darüşşafaka’ya karşı büyük sempatim var. Sonraları Darüşşafaka’dan yetişmiş, mevki sahibi çok insan tanıdım. Hepsi birer beyefendi… Böylelikle aklımın bir köşesinde var olan Darüşşafaka’ya bağış yapma fikri, zamanla olgunlaştı. Eşimi kaybettikten sonra da bu fikri uygulamaya karar verdim ve Darüşşafaka’ya vasiyet bağışında bulundum" diyor.
Kızlarının da bu kararını saygıyla karşıladığını belirten Nevin Arkan, görüşlerini şöyle dile getiriyor:

"Küçük kızım da Darüşşafaka’ya vasiyet bağışında bulunmayı düşünüyor. Çünkü yaklaşık yirmi yıldır Darüşşafaka’nın vasiyet bağışçısıyım. Bu süre boyunca Darüşşafaka’yı daha yakından tanıma olanağı buldum. Ne kadar güvenilir bir kurum olduğunu, verdiği hizmetin büyüklüğünü gördüm. Her bayram ziyaretime geliyorlar, sürekli arayıp hatırımı soruyorlar. Kısacası; bir aile gibi olduk. O kadar iyi bir müessese ki... Pırıl pırıl evlatlar yetiştiriyor, büyük bir iyilik yapıyor. Babasını ya da annesini yitirmiş, yoksul, belki de okula gitme olanağı olmayan çocukların elinden tutuyor ve onlara eğitimle yeni bir şans veriyor. Yeryüzünde bundan daha büyük iyilik olabilir mi? Darüşşafaka, vatan için, millet için çok büyük bir iş yapıyor. Düşünün, mal varlığınızı Darüşşafaka’ya mı yoksa sizi aramayan, sormayan, arkanızdan bir dua bile etmeyecek bir akrabaya mı bırakmak daha hayırlı? Darüşşafaka’nın bağışçılarına karşı daima vefalı olduğunu herkes bilir."

 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Sacit Omay

Sacit Omay

“Darüşşafaka çok iyi bir eğitim müessesesi ve öğrencilerini çok iyi yetiştiriyor”

1952-57 yıllarında Darüşşafaka’da matematik öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yapmış olan merhum Yahya Omay’ın çocukları Sacit Oktay, Eren, Uğur ve Saime Omay, Darüşşafaka’ya büyük hizmet vermiş olan babalarının izinden giderek bugün de Darüşşafaka’ya desteklerini sürdürüyor. Omay kardeşler, vefat eden kardeşleri Nur Omay’ın vasiyeti doğrultusunda kendisinin mal varlığını Darüşşafaka’da eğitimle yaşamları değişen çocuklara bağışladı. Otuz üç yıldır tavukçuluk sektöründe faaliyet gösteren ve Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu içinde yer alan Şenpiliç’in Yönetim Kurulu Üyeliği görevini sürdüren Sacit Oktay Omay, 1938 doğumlu... İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzun yıllar inşaat mühendisliği yapıyor. 1980’de tavukçuluk sektörüne yöneliyor ve kardeşleriyle birlikte 1979'a kurulan Şenpiliç'e ortak oluyor.

Babası merhum Yahya Omay'ın Darüşşafaka'da öğretmenlik yapmasından ötürü Darüşşafaka'yla küçük yaşta tanışan Sacit Omay,  "Babam,  hem Vefa Lisesi’nde hem Darüşşafaka’da öğretmenlik yapıyor. Zaman zaman babamla beraber Fatih’teki Darüşşafaka Lisesi’ni ziyaret ederdik. Böylece bir bağımız oluştu. Darüşşafaka o zaman da çok önemli liselerdendi. Eğitimde öncülük yapan çok kaliteli bir okuldu. Yalnız o yönüyle değil, spora olan desteğiyle de Darüşşafaka öne çıkmıştı. Basketbolda çok kuvvetliydi. O dönemde en önde gelen basketbol kulüplerinden biriydi. Çok iyi bir imajı vardı. Babamın orada görev alması bize de bir nevi bir öncelik, bir kuvvet veriyordu. Babamızın Darüşşafaka gibi bir lisede öğretmenlik yapması dolayısıyla biz de hep Darüşşafaka’ya yakın olduk. Darüşşafaka’nın çok iyi bir müessese olduğunu ve bu müessesede çalışma imkânı bulduğu için de çok memnun olduğunu kendisinden defalarca işitmiştik. Darüşşafaka’da geçen yıllarını hep anlatırdı. Tabii babam hem müdür yardımcılığı yapıyordu, hem de matematik dersleri veriyordu. Zaman zaman geceleri de okulda kalırdı. Sürekli hem öğrencilerden memnun olduğunu hem eğitim kalitesinin iyi olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Çok iyi öğrencileri vardı. Hatta onlarla üniversite eğitimlerine devam ederlerken bile bağını koparmamıştı. Zaman zaman onlar babamı ziyaret ederdi. O zamanlar ben ortaokula gidiyordum. Fatih’teki okul gözümüze çok büyük bir tesis olarak görünüyordu. Hakikaten o zaman da Darüşşafaka’nın farklılığı vardı. Binasıyla, tesisleriyle, eğitim şartlarıyla o devirdeki diğer okullarla karşılaştırıyorduk. Çok daha farklıydı" diyor. 

Darüşşafaka'yla bağlarını hiçbir zaman koparmadığını kaydeden Sacit Omay,  "Darüşşafaka’yı hiçbir zaman unutmadık. Darüşşafaka’nın ne kadar geliştiğini takip ediyoruz. Benim biraz spor merakım da var. Darüşşafaka Spor Kulübü üyesi olduğum için oradaki şartları da biliyorum. Gençlerin yetişmesi için yapılmış çok iyi bir tesis. Çok gelişmiş, çok iyi imkânları olan bir yer. Orada da uzun yıllar spor yaptım. Tenis oynadım, yüzdüm. Böylelikle her türlü bağımızı devam ettirecek bir takım çözümler bulduk. En son olarak da maalesef en küçük kardeşimiz Nur Omay’ı kaybettik ve kendisinin vasiyeti doğrultusunda onun mal varlığını tamamen Darüşşafaka’ya bağışladık. Arzusunu yerine getirdik" diye konuşuyor.

Darüşşafaka’da okuyan bir öğrencinin 10 yıllık eğitim giderlerini karşılayarak, "mezun bağışçı"  olmaktan ötürü  gurur duyduklarını ifade eden Sacit Omay, "Darüşşafaka’yı çok eskiden beri tanıyoruz, biliyoruz. Fatih’ten kalkıp yeni tesislerine kavuşmasını, tüm gelişmelerini gayet yakından takip ettik. Bu bağışımız vesileyle Darüşşafakalı öğrencilerin yaptığı çalışmaları, onların başarılarını daha yakından öğrenme olanağımız oldu. Bu da bizim için hakikaten bir gurur vesilesi oldu. Bir kere daha anladık ki, Darüşşafaka çok iyi bir eğitim müessesesi ve öğrencilerini çok iyi yetiştiriyor. Oradaki kardeşlerimizin de bu bilince sahip olmalarını ve kendilerini hep daha iyiye götürmelerini diliyorum" görüşlerini dile getiriyor.

 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Sevgi Divitçioğlu

Sevgi Divitçioğlu

“İyi bakılacağımıza eminim, çünkü anneme nasıl bakıldığını gördüm”

İlk Türk kadın fotoğrafçı Naciye Hanım’ın (Suman) torunu, Ankara’nın simgelerinden Hitit Güneşi’nin yaratıcısı heykeltıraş Prof. Dr. Nusret Suman’ın yeğeni, merhum iktisatçı Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’nun hayat arkadaşı ressam Sevgi Divitçioğlu’nun aile ağacı birbirinden ilginç yaşam öyküleriyle yoğrulmuş adeta… Babası Hidayet Demirkuşak, Atatürk’ün isteğiyle Ankara Devlet Konservatuvarı’nın müzik dalını kuran, bugünkü adıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın ikinci kemanı… Annesi Nedret Ekşigil ise tıpkı Naciye Hanım gibi hayatın iplerini hep kendi elinde tutmuş, Darüşşafaka Maltepe Özel Bakım Ünitesi’nde 103 yaşında hayata veda ettiğinde pek çok insana nasip olmayacak bir hayat sürmüş bir isim…Darüşşafaka'nın hem vasiyet hem de rezidans bağışçısı olana Sevgi Divitçioğlu, 1930'da Ankara'da doğuyor.

İlk Türk kadın fotoğrafçı Naciye Hanım’ın hikâyesi

İlk olarak çocukluğunu ve gençliğini yanında geçirdiği anneannesi Naciye Hanım’ı  anlatarak söze başlayan Sevgi Divitçioğlu, “Büyükbabam İsmail Hakkı Bey, bir süre yaşadığı Viyana'da fotoğrafçılığı öğrenir. İstanbul’a dönerken fotoğraf malzemelerini de beraberinde getirerek, o zaman yaşadıkları Beşiktaş Yıldız'daki Sait Paşa Konağı’nın çatı katını adeta bir stüdyoya çevirir. Büyükbabam sayesinde  tüm aile fotoğrafçılığı öğrenir. Fakat büyükbabam, uzun süre İstanbul'da kalamaz. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, yeniden cepheden cepheye koşar. Devlet askerlerin maaşlarını ödeyemediğinden sürekli evden bir şeyler satılarak, ailenin geçimi sağlanır. Anneannem yaman bir kadındı. Bu duruma isyan eder. ’Neden ben çalışıp evin geçimini sağlayamayayım?’ der. Aklına fotağrafhane açma fikri gelir. Ertesi gün yaşadıkları konağın kapısına “Kadınlar Fotoğrafhanesi-Naciye” tabelasını asar.  Anneannem bu işten çok para kazanır. Çünkü kadınların fotoğrafını çeken başka bir yer yoktur. Özellikle asker eşleri gelir, rahatça peçelerini çıkartıp, saçlarını açıp kocalarına gönderecekleri fotoğraflar çektirir. Ben doğuncaya kadar anneanem bu işi sürdürür” diyor.

Meşhur terzi Nedret Ekşigil

Kızı Nedret’in evlenip Ankara’ya yerleşmesi, ardından da doğum yapması üzerine Naciye Hanım, 1930’da fotoğrafhanesini kapatır, kendini torunu Sevgi’ye adar. Anneannesinin 1970’te vefat ettiğini söyleyen Sevgi Hanım, annesi Nedret Ekşigil’in ise döneminin en ünlü terzilerinden biri olduğunu kaydediyor: “Ben Ankara’da doğdum. İlkokulu orada okudum. Sonra feryat figan Bağlarbaşı’daki Amerikan Lisesi’ne yatılı olarak geldim. Tek çocuktum, çok sevilirdim, bu yüzden ayrılık herkes için zordu. Kolejdeyken bir gün annem ziyaretime geldi ve bana ‘Babandan boşanırsam ne dersin?’ diye sordu. Annem, artık Ankara’da meşhur bir terziydi. Bütün sefarethaneler, vekil ve bürokrat eşleri anneme kıyafet diktiriyordu. Benim görüşümü aldıktan sonra annem, babamdan ayrılıp İstanbul’a geldi.

Büyük bir cesaretle Vehbi Koç’un yeni yaptırdığı Yeni Han’dan bir yer kiraladı. Hatta Vehbi Koç, ‘Bunu yapan Türk kadını kim?’ diye sormuş ve annemle tanışarak tebrik etmiş. Çünkü o vakitler kadının çalışması hoş karşılanmıyordu.

Annem İstanbul’da bomba gibi patladı. Çünkü dayım Nusret Suman’ın müthiş bir sanatçı çevresi vardı. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Adalet Cimcoz, Adalet’in kardeşi Ferdi Tayfur, Peride Celal, Nazım Hikmet’in eşi Münevver ve daha niceleriyle dayım vesilesiyle ahbap olduk. Münevver, Peride Celal ve Adalet Cimcoz annemin en yakın arkadaşlarıydı. Her akşam Le Bon’a giderdik. Benim de muhitimdi çünkü annem beni hiç kendinden ayırmazdı. Orhan Veli’yi, Sait Faik’i, Abidin Dino’yu, Yahya Kemal’i tanıdım. Onuncu sınıftayken kolejden ayrılarak akademiye girdim ve hayatımın en mutlu yıllarını yaşadım. Bedri Rahmi’nin öğrencisiydim. 1950’de evlendim, ardından eşimle Paris’e gittik. Orada sanat tarihi öğrenimi aldım.” 

“Ya Nazım gelirse..”

Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’yla Uludağ’da tanıştıklarını belirten Sevgi Hanım, ardından yaşanan süreci şöyle anlatıyor: “Mısır Apartmanı’nda oturuyorduk. Uludağ’dan döndükten sonra evin penceresinden dışarıyı seyrediyorum. Baktım Sencer geçiyor, hemen seslendim. Elimde de akademinin yıl sonu düzenleyeceği maskeli balonun davetiyesi var. ‘Benimle baloya gelir misin?’ dedim. Kabul edince de davetiyeyi yukarıdan bıraktım. Sencer ile nişanladık. ” 

Sevgi Hanım’ın unutamadığı bir anı da ünlü ressam Abidin Dino’yla ilgili:

“1980 darbesinden sonra Sencer üniversitededen atıldı ve devlet dairesinde çalışamayacağı bildirildi. O sırada Fransa’dayız ve Fransızlar istersek sığınma hakkı tanıyacaklarını söyledi. Abidin Dino ahbabımızdı, durumu onunla konuştuk. Abidin, ‘Ben, bunca yıldır buradayım, hâlâ Fransız olmadım’ dedi. Böylece biz de Fransızların teklifini kabul etmedik.”

Darüşşafaka’da kesişen hayatlar

Darüşşafaka Rezidanslarından ilk kez Yakacık Rezidans’ta yaşayan sınıf arkadaşı Nesrin Yılmaz ziyarete gittiğinde haberdar olan Sevgi Divitçioğlu, ardından yaşadığı süreci şöyle anlatıyor: “Nesrin’le birlikte Rezidansı gezdik. Çok beğendim. Aklıma hemen annemin yakın arkadaşı Adnan Bey (Damcı) geldi, çünkü o çok yalnızdı. Her şeyiyle annem meşgul olurdu. Onun için broşür aldım. Adnan Bey, ilkin istemedi ama sonra beni arayarak, Rezidansı görmek istediğini söyledi. Ben de götürdüm. Gittiğimiz an hemen Maltepe Rezidans’ta kendine bir daire aldı. Ardından annem istedi. Çünkü muhtaç olduğu zaman bana yük olmak istemiyordu. Hakikaten de öyle oldu. Çok iyi bakıldı. Orada olduğu için içim hep rahattı. İnternetten annemi her zaman izliyordum.”

Ardından eşiyle birlikte Yakacık Rezidans’ın bağışçısı olduklarını kaydeden Sevgi Hanım, “Gider miyiz, bilmiyorum. Ancak annem gibi hastalığımız olursa tabii ki gideceğiz. Çok iyi bakılacağımıza da eminim, çünkü anneme nasıl bakıldığını gördüm” diyerek sözlerini noktaladı.

 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
Zerrin-Erol Öner

Zerrin-Erol Öner

Ayşın’ın ışığı Darüşşafaka’yı aydınlatıyor

Geçtiğimiz yıl vefat eden biricik kızları Ayşın Öner’in anısına Darüşşafaka’da bir burs fonu kuran Zerrin ve Erol Öner, kızlarının ismini bu yuvaya sonsuza dek yazdırdı. Ayşın Öner’in ruhuna ve Darüşşafakalı öğrencilere en güzel armağan olan “Ayşın Öner Burs Fonu” ile Darüşşafaka mezunlarının üniversite eğitimlerine katkı sağlanıyor. Yaşamı boyunca tanıdığı herkeste bir iz bırakan ve çevresine ışık saçan Ayşın Öner’in ismi, Cemiyet binasındaki sütunlara ve tüm Darüşşafaka ailesinin kalbine silinmeyecek bir şekilde kazındı.

Geçtiğimiz yıl vefat eden biricik kızları Ayşın Öner’in anısına Darüşşafaka’da bir burs fonu kuran Zerrin ve Erol Öner, kızlarının ismini bu yuvaya sonsuza dek yazdırdı. Ayşın Öner’in ruhuna ve Darüşşafakalı öğrencilere en güzel armağan olan “Ayşın Öner Burs Fonu” ile Darüşşafaka mezunlarının üniversite eğitimlerine katkı sağlanıyor. Yaşamı boyunca tanıdığı herkeste bir iz bırakan ve çevresine ışık saçan Ayşın Öner’in ismi, Cemiyet binasındaki sütunlara ve tüm Darüşşafaka ailesinin kalbine silinmeyecek bir şekilde kazındı.

7 Ağustos 1989 tarihinde Zerrin ve Erol Öner’in tek evlatları olarak İstanbul’da dünyaya gelen Ayşın Öner, 2010 yılında İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Burslu olarak İtalya’daki Siena Üniversitesi’nde eğitim gördü. İtalya Başkonsolosluğu’nda bulunan İtalyan Dış Ticaret ve Tanıtım Ajansı’nın Ticari İlişkileri Geliştirme Ofisi’nde Sektör Yetkilisi olarak çalışan Ayşın Öner, 8 Ocak 2017 tarihinde beklenmedik bir şekilde gelen hastalık nedeniyle hayata veda etti. 

“Kendimizi o andan itibaren Darüşşafaka’nın bir parçası gibi gördük, hatta ben kendime ‘Daçkalı oldum’ diyorum”

Ayşın Öner’in babası Erol Öner, kızlarının adını Darüşşafaka’da yaşatmaya karar verme sürecini şöyle anlatıyor: “Kızımız tabii ki hep bizimle beraber yaşıyor, ama daha değişik yerlerde de adının yaşaması bizim için önemli. İlk günden itibaren Ayşın’ın adını nasıl yaşatabiliriz diye, acımızı bir nebze olsun bastırmak için bir arayışa girdik. Bu konuda yakın arkadaşlarımızın çok katkısı oldu. Ayşın’ı tanıyan herkes bir şekilde onun bu gibi kurumlarla da yaşıyor olmasını arzu etti. Çok araştırdık. Darüşşafaka’yı gördükten sonra ‘tamam, burasıdır’ dedik. Öğrencilerinizi gördük, çok sevdik. Bizim içimizi rahat ettiren Darüşşafaka’nın kurumsal kimliği, özerk yapısı oldu. Hem çok eski, tarihi bir kurum, kurulduğu zamanki amaç çok değerli hem de ondan hiç sapmadan hatta faaliyet alanlarını da genişleterek devam etmesi bizi çok etkiledi. Başta İş Bankası olmak üzere çok değerli kurumsal destekçileri var. Ve kendimizi o andan itibaren Darüşşafaka’nın bir parçası gibi gördük, hatta ben kendime ‘Daçkalı oldum’ diyorum. Spor merakım var, Darüşşafaka’nın basketbol maçlarını da artık seyrediyorum.”

“Biz yaşadığımız sürece onu yaşatacağız.”

"Ayşın, çevresine duyarlı, sosyal projelerde yer alan, herkese elinden gelen yardımı yapan, sevgi dolu bir gençti. Bu ülkede çocukların eğitiminin ne kadar gerekli olduğunu bilir, elinden geldiğince katkıda bulunurdu. Şimdi Ayşın Öner Bursu ile okuyacak öğrenciler onun ruhuna en güzel armağan olacaktır."

Kızlarının hep bir anaokulu açma hayali olduğunu ve bundan ilham aldıklarını belirten Ayşın Öner’in annesi Zerrin Öner ise, “Çok çalışkan, başarılı, örnek bir öğrenciydi. Çok çabuk hayata atıldı, öğrenciyken çalışmaya başladı, sosyal faaliyetlerde çok bulundu. İhtiyacı olan arkadaşına destek olurdu, yardım ettiğimiz çocukları cumartesileri tiyatroya götürürdü, okula kütüphane yapılmasına destek veriyordu. Hep bir anaokulu açma düşüncesi vardı. Darüşşafaka oldu kısmetimizde, onun kısmetinde…” diyor. Burs fonunun kurulmasının ardından Ayşın Öner, vefatının birinci yılında, 30 Ocak 2018 tarihinde Darüşşafaka Cemiyeti’nde düzenlenen bir törenle, ailesi, iş arkadaşları, sevenleri, Cemiyet yöneticileri ve çalışanları tarafından anıldı. “Çok güzel bir tören oldu, herkes memnun kaldı. Birçok kişi burs fonuna katkıda bulunacağını söyledi ve bulunuyorlar da. Arkadaşlarımız gruplarda sürekli bunu dile getiriyor, ‘Ayşın’ın eğitim bursunu unutmayalım’ diyorlar. Sağ olsunlar güzel bağışlar yapılıyor, herhalde biz yaşadığımız sürece devam edecek. Yaşayacak. Devam ettireceğiz.” diyor Zerrin Hanım. Erol Bey de, “Ayşın, çevresine duyarlı, sosyal projelerde yer alan, herkese elinden gelen yardımı yapan, sevgi dolu bir gençti. Bu ülkede çocukların eğitiminin ne kadar gerekli olduğunu bilir, elinden geldiğince katkıda bulunurdu. Şimdi Ayşın Öner Bursu ile okuyacak öğrenciler onun ruhuna en güzel armağan olacaktır. İnsan kendisini anacak insan olduğu sürece yaşıyor demektir. Sağ olsun arkadaşlar ‘Siz ve biz yaşadığımız sürece onun adını yaşatacağız’ diyorlar. Bizim kuşaktan sonra da herhalde arkadaşları devam ettirir.” diye duygularını dile getiriyor. 

“Herkesin evladı kendine ama farklı bir çocuktu”

“Herkesin evladı kendine ama farklı bir çocuktu” diyen annesi onu şöyle anlatıyor: “Çok iyi bir evlat, çok iyi bir arkadaştı. Çok sürprizler yapardı. Çok özlüyorsunuz. Aurası çok yüksekti, hayat doluydu, beş dakikası boş geçmezdi, hatta bazen ‘kızım acelen mi var niye bu kadar koşturuyorsun?’ derdim.” Erol Bey de, “Yakın çevremizdeki her yaştan insanla farklı bir diyaloğu vardı, her birinde Ayşın’la ilgili bir anı var. Tanıdığı herkesin üstünde çok olumlu izler bıraktı. Böylesine enerji yüklü bir çocuktu. Ailesine çok bağlıydı. Işığı vardı.” dedikten sonra Zerrin Hanım tekrar söz alarak ekliyor: “Tabii ki biz fark ediyorduk evladımızın nasıl bir evlat olduğunu fakat onun tanıdığı ve bizim tanımadığımız çok insan geldi ve çok farklı şeyler anlattılar. Gazeteye verdiğimiz teşekkür ilanında da ‘Hayatın boyunca bizi mutlu etmeye çalıştın. Gittikten sonra arkanda bıraktıklarınla da bunu başardın kızım.’ dedik. Çünkü çok güzel şeyler bıraktı arkada. Daha yapacak çok şeyleri ve hayalleri vardı. Ben salı ve cuma günleri, onu ziyarete gidiyorum. Ziyaretçisi çok oluyor. Mevsim değişirken çiçeklerini değiştiriyorum. Bunları yaparken de ‘ne yapıyorum?’ diyorum kendime. Çok değişik.”

Ayşın’ın odası bıraktığı gibi duruyor. Zerrin Hanım, “Parfümü, resimleri bıraktığı gibi… Telefonundaki bütün resimleri yaptırdım, bütün videoları bir yere topladım, çektiği resimleri yaptırıp odasına astım. İlk günkü gibi duruyor. Sanki çıkıp gelecek gibi… Ben herkese de onu söylüyorum, ben yaşadığım sürece kimse bu odaya dokunmayacak.” diyor. Daha önce Suadiye’de oturan Zerrin ve Erol Öner, yakın arkadaşlarının desteğiyle Beykoz’da bir eve taşınmış. Erol Bey, “Geldik onlara komşu olduk, bu evi bulmamız, Darüşşafaka’yı bulmamız, sanki birileri bizi yönlendiriyor, hazır buluyoruz.” dedikten sonra Zerrin Hanım da, “Herkes ‘kızınız bunları size yaptırtıyor’ diyor. Çok enteresan şeyler oldu. Hayatımızda güzel şeyler oluyor, benim dilim varmıyor açıkçası güzel demeye… Bize de ‘Ayşın sizin mutlu olmanızı ister’ diyorlar, yaşadığı sürece de hep mutlu olmamızı isterdi, gittikten sonra da, yani nasıl oluyor bunlar bilemiyoruz.” diye anlatıyor. Elektrik Mühendisi olan Erol Bey ortağı olduğu şirketlerinde çalışmaya devam ediyor. “Sağlıklı kalmak, ayakta kalmak için birçok şey yapıyoruz, ama keyif vermiyor hiçbir şekilde.” diyor. Her fırsatta yakınlarının desteğinin öneminin altını çiziyorlar. Yakınları, dostları Öner çiftini hiç yalnız bırakmamış, hiçbir desteği esirgememişler. Erol Bey, İTÜ Elektrik Fakültesi’ne 1971 yılında girmiş ve o yıl fakülteye girenlerden oluşan İTÜ 4.71 grubundaki arkadaşları onlara çok destek olmuşlar ve olmaya da devam ediyorlar. 

“Herkese dokunmuş, herkeste bir iz bırakmış”

"27 sene çok güzel, dolu dolu yaşadı ve yaşattı. ‘Sanki misyonu vardı tamamladı, herkeste bir iz bıraktı ve gitti’ deniyor onun için şimdi. ‘Ve bunu devam ettirecek, onun için daha çok şey yapılacak’ diyorlar. Herkese dokunmuş, herkeste bir iz bırakmış. Bir insan için gittikten sonra bu kadar güzel şeyler söylenmesi, güzel şeyler yapılması, herkesin daha ne yapabiliriz diye onun için çaba göstermesi çok anlamlı."

“27 sene çok güzel, dolu dolu yaşadı ve yaşattı. ‘Sanki misyonu vardı tamamladı, herkeste bir iz bıraktı ve gitti’ deniyor onun için şimdi. ‘Ve bunu devam ettirecek, onun için daha çok şey yapılacak’ diyorlar. Herkese dokunmuş, herkeste bir iz bırakmış. Bir insan için gittikten sonra bu kadar güzel şeyler söylenmesi, güzel şeyler yapılması, herkesin daha ne yapabiliriz diye onun için çaba göstermesi çok anlamlı” diyen Zerrin Hanım, Ayşın’ın telefonuyla vakit geçirmenin kendisine iyi geldiğini anlatıyor: “Telefonunda, mesajlarını, fotoğraflarını hiç silmemiş. Facebook’ta Anneler Günü için ‘Bir tek annem olsun bana bir şey olmaz’ yazmış. Çok değişik şeyler okuyorum. Bir sene, üç sene önce yazdıkları bir anda karşıma çıkıyor. Akşamları bir an önce o telefonu elime almak istiyorum. Arkadaşları her gün onun için bir şeyler yazıyorlar, geçmişteki resimlere yorum yapıyorlar, ne yazılar var, onları takip ediyorum. Mesela kızımın bilmediğim birçok resmini gördüm. Unuttuğum bazı şeyleri tekrar görüyorum, tekrar o günlere gidiyorum, o telefon bana ilaç şu anda. Başımı yastığa koymak için bahane oluyor. Arkadaşları hep bir şeyler yazmaya devam ediyor. Mesela Darüşşafaka’yla ilgili çok güzel şeyler paylaştılar. ‘Artık Ayşınımız Darüşşafaka’da, biz de onunla beraber oradayız’ diye yazılar koydular. Hatta Darüşşafaka’daki törende bir arkadaşı da, Tuğçemiz de bir konuşma yaptı.”

“Bütün bunları fazlasıyla hak ediyor kızım”

"Bir buçuk sene içinde üç yere ismi yazıldı. Yaşadığımız sürece yazdırmaya devam edeceğiz. Onun ismi ne kadar çok anılırsa, ne kadar çok yere yazdırabilirsek, tek amacımız bu... Darüşşafaka’daki burs fonunu devam ettireceğiz. Destekleyen çok var. Hala herkesten fikirler geliyor, bunu yapacağız, şunu yapacağız diye. Bütün bunları fazlasıyla hak ediyor kızım."

Yaşarken olduğu gibi gittikten sonra da insanların yaşamında büyülü dokunuşlar yapmaya devam eden Sevgili Ayşın Öner’in ismi, Darüşşafaka’nın yanı sıra iki yere daha yazılmış. Biri Kamboçya’da bir ev, diğeriyse Düzce’de bir baraj... Erol Bey’in İTÜ 4.71 grubundan arkadaşları Bereket Enerji Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ceyhan Saldanlı ve Başkan Yardımcısı Ali Yağlı’nın desteğiyle Bereket Enerji’nin Düzce Gölyaka’daki hidroelektrik santralına Ayşın’ın ismi verilmiş... “Onlar da ilk günden beri hep yanımızdalar ve bize bu öneriyi sundular. Arada bir gidip ziyaret edebilmek açısından orayı tercih ettik. 27 Ocak’ta bir tören düzenlendi. Tüm sevenleri geldi ve konuşmalar yapıldı. Kızımızın adına yazılan yazılar ve bizim yazdığımız bir yazının olduğu bir pano asıldı ve ışıklandırıldı.

Yine İTÜ 4.71 grubundan bir diğer yakın arkadaşımız Neşe Katipoğlu da, o barajla bağlantılı olarak “Su Prensesi” adlı bir masal kitabı yazdı.” diye anlatıyor Erol Bey. Ayşın, gürül gürül akan suların enerjisinde yaşıyor şimdi. Arkadaşları Neşe Katipoğlu’nun yönlendirmesiyle ayrıca, Instagram’daki “Aynebilim” adlı girişim tarafından gerçekleştirilen organizasyonla, Ayşın Öner bu kez dünyanın öbür ucunda bir ailenin yaşamını aydınlatmış. Kamboçya’da yoksul bir aile için yapılan bir eve ismi verilmiş. Zerrin Hanım şöyle bilgi veriyor: “Arkadaşlarımızın destekleriyle Kamboçya’da adına bir ev yapıldı ve doğum günü olan 7 Ağustos’ta tamamlandı. İhtiyacı olan bir aile o evde yaşamını sürdürecek. Sarı bir ev yaptırdık çünkü kızım sarıyı çok severdi. Eve asılmak üzere bir yazı ve fotoğraf hazırladık. Bu tabelada, ‘Bu ev Ayşın Öner’in anısına, ışığının hayatları aydınlatması amacıyla yapılmıştır.’ yazıyor.” Öner çifti, kasım veya aralık ayında arkadaşlarıyla birlikte Kamboçya’ya gidip kızlarının anısını yaşatan evi görecek.

“Bakalım bundan sonra neler yapılacak, nereye ne kısmet olacak?” diyor Zerrin Hanım ve devam ediyor: “Aklımızda anaokulu projesi var, ama ne çıkar karşımıza bilemiyorum, hiç aklımızda, hayalimizde olmayan şeyler oldu. Bir buçuk sene içinde üç yere ismi yazıldı. Yaşadığımız sürece yazdırmaya devam edeceğiz. Onun ismi ne kadar çok anılırsa, ne kadar çok yere yazdırabilirsek, tek amacımız bu... Darüşşafaka’daki burs fonunu devam ettireceğiz. Destekleyen çok var. Hala herkesten fikirler geliyor, bunu yapacağız, şunu yapacağız diye. Bütün bunları fazlasıyla hak ediyor kızım.” 

Hikayeyi Okuyun Diğer Hikayeler
 Merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim?